Aşk sandığınız şey, egonuzun gıdası olmasın ?


Aşkı "ego"dan ayırabilmek. Ama tamamen. Apayrık halde yaşayabilmek...

İşte çok çok zor olan ama gökkuşağının sonundaki hazine aynı zamanda.

"ben ayırıyorum zaten" diyenler bir daha düşünün. Davranışlarınızın kökenlerine inmeye çalışın. Orda pek aydınlık şeylerle karşılaşmicaksınız. Ama korkmayın, kendinizden nefret etmeyin de. Ve onları görmezden gelmeyin. Çünkü ordalar, varlar. Ayın karanlık yüzü; biz görmesek de var.

O yumurta kokulu bardak...


nadir bir durumdur ama bi defasında çok fenası başıma gelmişti. yeni samimi olmaya başladığım bi kızın evine gitmiştim. bana hazır kahve yapmıştı sanırsam ama o içine koyduğu bardak inanılmaz iğrenç bir şekilde yumurta kokuyordu. ben zaten yumurta kokusunu öyle bardakta tabakta almaktan nefret eden biri olarak, kuzu kuzu içtim o bardaktan kahveyi. neden?
yeni samimi oluyor sayılırdık ve diyemedim bu bardak kokuyor diye? başka?
muhtemelen insanlara hoşlanmayacakları şeyleri söyleme çekincem yüzünden. onu rencide etmek istemedim bir de... ama o ilerleyen zamanlarda beni rencideden de kötü etti.

bu orospuya ben, yukarıda bahsettiğim gün gitar akor cetvelimi vermiştim, bu kız bunu aldı ve bi daha istediğim halde geri vermedi. ilerleyen zamanlarda da pek samimi olmadık zaten. çünkü öyle tahmin ettiğim karakterde biri çıkmamıştı. ikiyüzlü ve çıkarcının tekiydi. tabi benim salaklığımı atlamayalım; bu kızın dış görünüşü benim çok hoşuma gidiyordu. tam benim olmak istediğim ama olmadığım bir görüntüsü vardı. böyle siyaha boyanmış saçlar, işte wodoo kolyeler, enteresan takılar, uzun kahküller vs. evet benim olmak isteyebileceğim ama marjinalliğe cesaretim olmadığımdan bürünemeyeceğim bir kılıktı. (ha tabi bütün bunlar 19 yaşındayken ki halime dair şeyler) bide güzel sayılabilecek bir kızdı hani. o yüzden ben bu kızı gözüme kestirmiştim ve onunla arkadaş olmak istemiştim; tam benim hoşlandığım şeylerden hoşlanan tarzda bi kızdır diye düşünerek...
ama kızla arkadaş olmaya başladığımda, o gırtlaktan konuşan anadolu havası büyüyü sarssa da tamamen bitirmemişti. ama sonra yaptıklarından sonra gözümde en ufak bir değeri kalmadı. 

bu kızın ilerde de yaptıklarından anlaşılacağı üzere şöyle bir değer yargısı vardı: "ben ve çok yakınımdaki 3-5 kişi hayatımdaki tek değer verdiğim insanlardır, gerisini sömür gitsin". evet. ilk tanıştığımızda "insanlar şöyle yaa, böyle yaa.." diye konuşmalarını siktiredin.

olay şöyle; okulun sonu, final zamanı. ben bu orospunun kafama göre biri olmadığını çakınca uzaklaşmıştım bundan zaten. zor bir dersin sınavı vardı, bir de ödevi vardı. ödev teslimi sınav gününe kadardı aslında ve ben yetiştirememiştim, ödev gitti artık diye onu kafamdan çıkarmıştım. sınav gününde de dersin kitabı yanımdaydı. sınav bitince bu geldi, ya dedi benim [şehirdeki başka üni]den bir arkadaşım var, o da bu sınava girecek kitabı yok, sen sınav da bitti ya kitabı ödünç verebilir misin? ben de verdim gitti, iyi kızım ya, alemin enayisi benim ya. ki bu kızın aldığı şeyi getirmediğini bilmiyorum sanki! 

sonra hoca, bu ödevin süresini uzattı, benim de kitaba ihtiyacım olduu... ben tabi kıza ulaştım; dedim böyle böyle kitap bana lazım. kaltak VEREMEYECEĞİNİ söyledi. neymiş arkadaşının sınavı olduğu için kitap arkadaşına lazımmış. 

ben tabi bu mesajları okuyunca bir şok dalgası atlattım. elim ayağım titredi sinirden. sonra ben bi çözüm buldum ikimizi de madur etmicek şekilde; dedim ki "ben oturduğum yerden (uzak yerlere oturuyorduk) bu kitabın fotokopisini alayım (6-7 lira bişey), arkadaşın parasını versin, böylece ikimiz de kitapsız kalmayız". ne dedi biliyor musunuz? "ben arkadaşımdan para isteyemem". 

ben tabi bu mesajı okuyunca ikinci bir sinir dalgası daha atlattım. ya dedim sen arkadaşından para isteyemiyorsun ama beni de mağdur ediyorsun. (kibarlığıma/hak arayamama sıçayım; şu cümleye bak hala ağzına sıçmıyorum orospunun). 

bu arada ben sinirden titreyerek yurttan birinden bu kitabı buldum. ama tabi ona söylemedim bulduğumu, kıvransın diye (amma da kıvranmıştır ha!) sonra tamam dedi en son. ertesi gün sınav vardı, o gün getirdi kitabı. o zaman da benim sınavım bitmemişti, o erken çıktı ve sırama yaklaşıp, ışık hızıyla kitabı önüme koyarken teşekkür ederim dedi mi demedi mi bilmiyorum, zaten bunca şeyden sonra önemi de yok.

yani yumurta kokusuyla başlayıp aynı nahoşlukta biten bir durumdu bu benim için. çok tatsız ama "kokulu" bir anı. 

benim hala inanamadığım şey; nasıl böyle düşünebildiği! arkadaşından para isteyemezken bana kendi kitabımı vermeyeceğini söylemesi! ve şimdi düşünüyorum, benim ödevim olup da o gün kitabı almak zorunda kalmasaydım o kitap da geri gelmezdi.

buna "kabile faşizmi" dendiğini duymuştum; yani kendi yakının olan bikaç kişiyi yüceltip diğer insanları aşağı ve yolunacak tavuk olarak görmek. hayır yani onun yaptığı haksızlığı daha toplumsal değerleri bilmeyen küçük bir çocuk bile yapmaz. umarım değişmiş, biraz olsun insanlara değer vermeye başlamıştır...

bunu anlattıklarım genelde bana sen niye kitabını veriyon ki bu kıza dediler? ne bileyim işte "iyilik meleği"yim ya!.. ama artık karar aldım; artık "iyilik meleği" değilim. artık iyilik kavramım farklı; iyilik kendine kötülük yapmanı içeriyorsa bir iyilik değildir çoğu zaman.