Matematiği seven, bu yazıyı da sever muhtemelen.


Matematik ve Aşk(deneme I)
Levent Özbek
Ankara üniversitesi
 
İnsan beyninin yaklaşık 100 milyar nörondan oluşmuş olduğu söylenir. Nöronların birbirleriyle olan ilişkilerinden de düşünce dediğimiz şey ortaya çıkar. İnsan beynine beş duyu organı ile giren nerdeyse sonsuz miktarda işaret, örgütlenmiş nöronlar sayesinde işlenir, yoğrulur ve sonuçta insan etkinliğini oluşturur. Kısaca nöronlar arasındaki iletişimin temeli kimyasal ve elektriksel bir alış veriş.
Bu yazıda, beynin en güzel etkinliklerinden iki tanesi matematik ve aşk ele alınacaktır.
Bilindiği gibi matematik bir takım aksiyomları koyduktan sonra başlar. Bu aksiyomlardan yola çıkılarak çeşitli teoriler ileri sürülür, yeni kavramlar oluşturulur, sonuçlar çıkarılır. Bu aksiyomların ve sonuçların estetik olup olmadığı ile ilgili tartışmalar burada söz konusu edilmeyecektir. Sonuçta beyin aldığı sonsuz miktarda işaretlerden bir şekilde bunları ayıklayarak bu aksiyomların oluşmasını sağlar. Çıkarılan sonuçlar doğada ve toplumda olan olayları açıklamak amacıyla model olarak kullanılır, yani bu olaylara bir kılıf uydurulmaya çalışılır. Açıklamak, anlamak bir şeylere bir şeyler uydurmaktan başka ne olabilir ki? Matematik kesinlikler dünyasıdır, belirsizliğe izin yoktur.
Bu işaretlerden bazıları da aşk denilen kavramı oluşturmaz mı? İnsanın beyninde oluşturduğu bir aşk aksiyomlar sistemi, devamlı bir şekilde karşısına çıkacak nesnenin bu sistem içerisine alınıp alınamayacağına, yani bu modele uydurulup uydurulamayacağına karar vermesini sağlar. Yani aşk gelmez. Bir potansiyel olarak aşk, beyinde ekilir ve büyütülür. Kim ne derse desin her aşk tek kişiliktir ve yalnız yaşanır.
Aşk her zaman dile getirilebilir mi? Ya da getirilmesi gerekir mi? Ya da her aşk yaşanabilir mi? Aşk insanin kaybettiklerini, göremediklerini, görmesi mümkün olmayanları gösteren bir süreç değil mi? Ya da her aşk biraz da insanin kendinden kaçıp kendine varışı değil mi? Aslında aşk kişinin kendi-kendisiyle bir yüzleşmesi değil mi? Zaten her aşk yalnız yaşanmaz mı?
Hızla geçen gündelik yaşam kargaşası içerisinde insan nasıl kendisiyle başbaşa kalabilir ki? İşte bunu önceden gören Eros aşk denilen şeyi yaratmamış mı? Bir de söyle düşünelim. Aşk tek kişilik bir yaşam oyununda nefes alma ortamı olamaz mı?
Hayat'ın tanımını yapamadıktan sonra ne önemi var ki anlamını sormak hayatın? Belki de, mutluluğun resmini yapabilir misin? sorusu da yanlış, eğer mutluluk, mutluluğun resmini yapmak değilse. Asıl sorun yaşama-ölüme ve aşka bir kılıf uydurma sorunundan başka nedir ki? Tüm yaptığımız bir şeylere kılıf uydurma değil mi?
Her aşk ilk aşka yapılan göndermeden başka ne olabilir ki? İlk kez yaşanan aşk, aşk aksiyomlar sisteminin bazını oluşturur ve bundan sonraki tüm aşklar bu bazın doğrusal veya doğrusal olmayan kombinasyonlarından ibarettir. Sisteme giren aşk nesnesi tıpkı Platon’un idealarındaki gibi tekleştirilir. Sonunda eğer aşkın limiti alınabiliyorsa bir kılıf uydurulmuş olur. Tüm aşklar mükemmel aşktan sapmakla ortalama almaya olanak sağlar, önemli olan varyansın küçük mü büyük mü olacağıdır, benzersiz aşk yoktur, olsa olsa beyindeki aşk aksiyomları sisteminin kılıf uydururken yaptığı oyunlar aşkın limitini belirsiz kılar.
Aşk aksiyomatiği nesnesine göre aşklar kümesindeki bir elemana yakınsamak ister, eğer yakınsama noktası bu kümenin içerisinde değilse burada bir sorun var demektir ya aksiyomlar sistemi tutarsızdır ya da yakınsamanın biçiminde bir değişiklik yapmak gerekir. Aşk aksiyomatiğinizi iyi oluşturamadıysanız değiştirebilirsiniz bu sizin elinizde. Yakınsamanın biçimini de değiştirebilirsiniz kimse sizin beyninizdeki uzaya karışamaz.
Seçim size kalmış; Matematik kesinlik arar aşkın seçtiği yol belirsizliktir. Aşkınız rasgelsin demekten başka yazarın elinden bir şey gelmez.
Ortalamayı ve varyansı da unutmayın sakın.

Taze çıktı.

Muhtemelen duymuşsunuzdur, Milli Güvenlik dersi kaldırılıyor, içindeki bazı konular Vatandaşlık dersine aktarılacak falan...

Keşke benim zamanımda kaldırılmış olsaydı. Neden mi? Bunun pek çok iyi yanı var tabi ama ilk aklıma gelen herkesin süper notlarla geçtiği o dersin benim karneme zar zor 3 düşmüş olması. 

O derse sorunlu bir Müzik öğretmeni giriyordu. Askerliğini bilmemne olarak yapmış; ondan bu derse giriyormuş. Adam anormal bi tipti, biz de liseli gençlik olarak tabi dalgamızı geçiyorduk. 

Derslerden tek bir satır bilgi kalmış değil aklımda. Diğer arkadaşlarda da kaldığını sanmıyorum. Sınavında beceriksizce kopya çekememiş düşük not almıştım. Yine de 'sözlü notuyla falan, iyi bir not verir herhalde canım' diyordum kendi kendime. Hani sonuçta dersleri iyi olan notunu da yüksek tutmaya çalışan çocuklarız hepimiz. Ama hayır. O sorunlu herif, kendini sınav yapsan kendi de bir bok bilemeyeceği o dersten 3 düşürmüştü karneme ve benim gibi birkaç arkadaşıma. Şimdi şu resimdeki çocuğun moduna girdim biliyorum ama içime oturmuştur hep o not...

Ben böyle hep tırt derslerden ortalamamı düşürmüşümdür zaten. İlkokulda da bütün derslerim 5, Beden Eğitimi takla atmadığım ve sportif olmadığım için 3 düşmüştü. Bu görünen sebep. Bana kalırsa hoca dersini önemsetmek için, bide kızları sevmediği için (merak edenler için hoca kadındı) düşük not veriyordu.

Neyse, 'hoca bana taktı' modundan çıkıp, bu konuyla ilgili Can Dündar'ın güzel bir yazısını buldum onu paylaşayım...

'Din dersi de kaldırılsın o zaman'

"Tabii talebenin çoğu, muhtemelen milli güvenlik dersi yerine kimya ya da fiziğin kaldırılmasını isterdi.Ne de olsa milli güvenlik, kolayından geçilen, tam notun neredeyse garanti olduğu, ortalamayı yükselten bir dersti.O açıdan kaldırılması, sınıflarda yeterince destek bulmamış olabilir. "
Lakin bir yandan da bazı disiplinli askerlerin elinde bu dersin bir militarizm tahsiline dönüştüğü sır değil.
Dolayısıyla kararı alanları tebrik ederken milli güvenlik yerine mesela “sivil toplumun önemi” gibi bir dersi tercih ve tavsiye ederiz.
Belki bu sayede okullarda “Hazır ol!”dan “Rahat”a geçeriz.
Yalnız mesele çocukları ideolojik eğitimden kurtarmak ise, sıradaki hedefin zorunlu din dersleri olması gerekmez mi?
Şimdi bazı talebeler (beden eğitimi ve inkılâp tarihini gündeme getirenlerden sonra), din derslerini işaret etmeme kızıp “Nee? Onu da mı? Hiç beleş geçeceğimiz ders kalmayacak mı?” diye kızıyor olabilir.
Ancak zorunlu din dersinin, nicedir sorunlu din dersi halini aldığı da bir gerçek...
Milli güvenlik dersi, sadece bir dönem 
Nazi Almanyası’nda ve Sovyetler Birliği’nde denenmiş.
Din derslerinde de benzer bir durum var. 
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden sadece 5’inde zorunlu din dersi... Çoğunda seçmeli...
Bizde seçmeli olması da zor.
Malum; “
mahalle baskısı...”
Bu devirde, din dersine girmeyen bir çocuğa pek iyi gözle bakılmayabilir.
Aslında din dersleri, sanıldığının aksine 
CHP’nin icadıdır.
1935-1948 arası okullarda din dersi yoktu.
Biraz yaklaşan seçimlerin telaşı, biraz da irticaa karşı dini doğru öğretme kaygısıyla İnönü hükümeti, ilkokul 3. sınıftan itibaren din dersleri koydu.
12 Eylül’de bu derslerin zorunlu hale getirilmesiyle dinin tırmanışına biraz daha ivme kazandırıldı.
“Din” derken elbette “
İslam”ı kastediyoruz; bu derslerde dünya dinlerinin, farklı mezheplerin, değişik inançlara saygının öğretilmesini beklemek, milli güvenlik dersinden vicdani ret eğitimi beklemek kadar safdillik olurdu.
Nitekim Avrupa 
İnsan Hakları Mahkemesi, Alevilerin şikâyeti üzerine din derslerinde Sünni İslam pratikleri öğretildiğini tescilledi ve “dersler çoğulcu, eleştirel, nesnel bir nitelik taşımıyor” dedi.
Bu karardan sonra din dersi kitaplarında bazı tadilatlar yapıldı; ama şikâyetler dinmedi.
* * *
Diyorlar ki:
“Milli güvenlik dersleri, hedeflenen demokratik eğitim ile çelişiyordu.”
Doğru...
Ama ne yazık ki çoğu zaman din dersleri de modern 
biyoloji eğitimiyle çelişiyor.
Bu müfredat ve onu uygulayan çoğu din hocası, tartışan, sorgulayan, özgür düşünceli, demokrat bireyler yetiştirilmesine mani oluyor.
Hıristiyan ve Musevi çocukların din derslerinden muaf tutulması, ayrımcılığı okullara sokuyor.
Zaten “zorunlu” ifadesi, “Dinde zorlama olmaz” hükmüyle çelişiyor.
Mademki, 12 Eylül’ün izlerini silmeye çalışıyoruz, onun en ünlü eserlerinden “zorunlu din dersleri”ni de silinecek izler listesine katmamız gerekmez mi?