Aşk sandığınız şey, egonuzun gıdası olmasın ?


Aşkı "ego"dan ayırabilmek. Ama tamamen. Apayrık halde yaşayabilmek...

İşte çok çok zor olan ama gökkuşağının sonundaki hazine aynı zamanda.

"ben ayırıyorum zaten" diyenler bir daha düşünün. Davranışlarınızın kökenlerine inmeye çalışın. Orda pek aydınlık şeylerle karşılaşmicaksınız. Ama korkmayın, kendinizden nefret etmeyin de. Ve onları görmezden gelmeyin. Çünkü ordalar, varlar. Ayın karanlık yüzü; biz görmesek de var.

O yumurta kokulu bardak...


nadir bir durumdur ama bi defasında çok fenası başıma gelmişti. yeni samimi olmaya başladığım bi kızın evine gitmiştim. bana hazır kahve yapmıştı sanırsam ama o içine koyduğu bardak inanılmaz iğrenç bir şekilde yumurta kokuyordu. ben zaten yumurta kokusunu öyle bardakta tabakta almaktan nefret eden biri olarak, kuzu kuzu içtim o bardaktan kahveyi. neden?
yeni samimi oluyor sayılırdık ve diyemedim bu bardak kokuyor diye? başka?
muhtemelen insanlara hoşlanmayacakları şeyleri söyleme çekincem yüzünden. onu rencide etmek istemedim bir de... ama o ilerleyen zamanlarda beni rencideden de kötü etti.

bu orospuya ben, yukarıda bahsettiğim gün gitar akor cetvelimi vermiştim, bu kız bunu aldı ve bi daha istediğim halde geri vermedi. ilerleyen zamanlarda da pek samimi olmadık zaten. çünkü öyle tahmin ettiğim karakterde biri çıkmamıştı. ikiyüzlü ve çıkarcının tekiydi. tabi benim salaklığımı atlamayalım; bu kızın dış görünüşü benim çok hoşuma gidiyordu. tam benim olmak istediğim ama olmadığım bir görüntüsü vardı. böyle siyaha boyanmış saçlar, işte wodoo kolyeler, enteresan takılar, uzun kahküller vs. evet benim olmak isteyebileceğim ama marjinalliğe cesaretim olmadığımdan bürünemeyeceğim bir kılıktı. (ha tabi bütün bunlar 19 yaşındayken ki halime dair şeyler) bide güzel sayılabilecek bir kızdı hani. o yüzden ben bu kızı gözüme kestirmiştim ve onunla arkadaş olmak istemiştim; tam benim hoşlandığım şeylerden hoşlanan tarzda bi kızdır diye düşünerek...
ama kızla arkadaş olmaya başladığımda, o gırtlaktan konuşan anadolu havası büyüyü sarssa da tamamen bitirmemişti. ama sonra yaptıklarından sonra gözümde en ufak bir değeri kalmadı. 

bu kızın ilerde de yaptıklarından anlaşılacağı üzere şöyle bir değer yargısı vardı: "ben ve çok yakınımdaki 3-5 kişi hayatımdaki tek değer verdiğim insanlardır, gerisini sömür gitsin". evet. ilk tanıştığımızda "insanlar şöyle yaa, böyle yaa.." diye konuşmalarını siktiredin.

olay şöyle; okulun sonu, final zamanı. ben bu orospunun kafama göre biri olmadığını çakınca uzaklaşmıştım bundan zaten. zor bir dersin sınavı vardı, bir de ödevi vardı. ödev teslimi sınav gününe kadardı aslında ve ben yetiştirememiştim, ödev gitti artık diye onu kafamdan çıkarmıştım. sınav gününde de dersin kitabı yanımdaydı. sınav bitince bu geldi, ya dedi benim [şehirdeki başka üni]den bir arkadaşım var, o da bu sınava girecek kitabı yok, sen sınav da bitti ya kitabı ödünç verebilir misin? ben de verdim gitti, iyi kızım ya, alemin enayisi benim ya. ki bu kızın aldığı şeyi getirmediğini bilmiyorum sanki! 

sonra hoca, bu ödevin süresini uzattı, benim de kitaba ihtiyacım olduu... ben tabi kıza ulaştım; dedim böyle böyle kitap bana lazım. kaltak VEREMEYECEĞİNİ söyledi. neymiş arkadaşının sınavı olduğu için kitap arkadaşına lazımmış. 

ben tabi bu mesajları okuyunca bir şok dalgası atlattım. elim ayağım titredi sinirden. sonra ben bi çözüm buldum ikimizi de madur etmicek şekilde; dedim ki "ben oturduğum yerden (uzak yerlere oturuyorduk) bu kitabın fotokopisini alayım (6-7 lira bişey), arkadaşın parasını versin, böylece ikimiz de kitapsız kalmayız". ne dedi biliyor musunuz? "ben arkadaşımdan para isteyemem". 

ben tabi bu mesajı okuyunca ikinci bir sinir dalgası daha atlattım. ya dedim sen arkadaşından para isteyemiyorsun ama beni de mağdur ediyorsun. (kibarlığıma/hak arayamama sıçayım; şu cümleye bak hala ağzına sıçmıyorum orospunun). 

bu arada ben sinirden titreyerek yurttan birinden bu kitabı buldum. ama tabi ona söylemedim bulduğumu, kıvransın diye (amma da kıvranmıştır ha!) sonra tamam dedi en son. ertesi gün sınav vardı, o gün getirdi kitabı. o zaman da benim sınavım bitmemişti, o erken çıktı ve sırama yaklaşıp, ışık hızıyla kitabı önüme koyarken teşekkür ederim dedi mi demedi mi bilmiyorum, zaten bunca şeyden sonra önemi de yok.

yani yumurta kokusuyla başlayıp aynı nahoşlukta biten bir durumdu bu benim için. çok tatsız ama "kokulu" bir anı. 

benim hala inanamadığım şey; nasıl böyle düşünebildiği! arkadaşından para isteyemezken bana kendi kitabımı vermeyeceğini söylemesi! ve şimdi düşünüyorum, benim ödevim olup da o gün kitabı almak zorunda kalmasaydım o kitap da geri gelmezdi.

buna "kabile faşizmi" dendiğini duymuştum; yani kendi yakının olan bikaç kişiyi yüceltip diğer insanları aşağı ve yolunacak tavuk olarak görmek. hayır yani onun yaptığı haksızlığı daha toplumsal değerleri bilmeyen küçük bir çocuk bile yapmaz. umarım değişmiş, biraz olsun insanlara değer vermeye başlamıştır...

bunu anlattıklarım genelde bana sen niye kitabını veriyon ki bu kıza dediler? ne bileyim işte "iyilik meleği"yim ya!.. ama artık karar aldım; artık "iyilik meleği" değilim. artık iyilik kavramım farklı; iyilik kendine kötülük yapmanı içeriyorsa bir iyilik değildir çoğu zaman.

İlk mim'imiz hayırlı uğurlu olsun.

Hayatınızda ‘artık yok’ dediğiniz şeyler var mı?
Evet hayatımda artık olmayan şeyler var, bunların kimisi olumlu, kimisi olumsuz şeyler... Olumlulardan örnek vereyim eskiden daha saf, iyi niyetli ve herkesle paylaşımcıydım; şimdi biraz çıkarcı ve bencil olduğum zamanlar oluyor. Bunun sebeplerinden biri insanlara olan güvenimin azalması ve herkesin her zaman iyiliği hak etmediğini düşünmem.
Eskiden dünyanın geleceğiyle ilgili daha umutluydum; şimdi o kadar değilim.
Eskiden bilgi ulaşması zor bir şey olduğu için kıymetliydi. Mesela adını bilmediğim yabancı şarkıların sözlerini yarım yamalak bir kağıda yazıp belki adını bi yerde görüp öğrenirim diye saklardım ve adını öğrenebilmek nadir bir durum olduğu için kıymetli olurdu. Benim için bir nevi define avı gibiydi. Ama şimdi google'a yazıyorum çıkıyor direkt. :) Tabi bu da güzel... Şimdi o eksiden adını bilmediğim şarkıları aklıma geldikçe arayıp buluyorum internette, o da güzel oluyor. Ama ne bileyim eskiden şarkıların gizemli bir havası vardı hafiften. Ve her ne hikmetse gizemli olan şey, açık olandan daha kıymetli geliyor insana.
Biraz da olumsuzlardan bahsetmek gerekirse, eskiden arkadaşlıkla ilgili çok yanlış algılarım vardı,  örneğin arkadaşının seni sevmesi için onu sürekli onaylaman ve tatmin etmen gerekir gibi. Bu algı artık büyük oranda yok, tam olarak bitmemiş olsa da. Bir de önceden aileden gelen bir alışkanlıkla çok eleştirirdim HER ŞEYİ, kendim dahil. Artık o kadar çok eleştirmiyorum, olduğu gibi kabul etmeye çalışıyorum. Eskiden yürümeye üşenirdim artık o da pek yok. Yani hala istediğim değişiklikleri tam olarak  yapamamış olsam da gelişme var. :)
Unutmadan bir de konsantrasyonum çok düştü eskiye göre, onu da düzeltmeye çalışıyorum.

Eskiden bu yana neler değişti sizce? Neleri özlüyorsunuz peki, neleri yad ediyorsunuz?
Eskiden bu yana pek çok şey değişti. Toplumsal açıdan bakınca şuna çok üzülüyorum: Eskiden yüceltilen değerler şimdi enayilik ya da anormallik olarak görülüyor ve insan onuruna yakışmayan davranışlar yüceltiliyor. Artık insanlar yaptıkları haksızlıkları açıklarken utanç bile duymuyorlar. Ben etik dışı davranışların meşrulaşmasına üzülüyorum çok fazla. Eskiden bu kadar değildi sanki? "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" ya da biz büyüdük ve açıldı gözlerimiz. Hangisi dersiniz? 
Bir de ben çok küçükken mahallede bici bici, elmalı şeker falan satılırdı, aşağı iner alırdık, onları özlüyorum.
Sonra biz küçükken insanlar giyim konusunda daha rahattılar; kıyafetlerin açıklığı ve o vatkalı gömlekleri giymek cesaret ister değil mi? :) Yani 90'ların ruhu da fena değildi hani. Şimdi ise tahammülsüz, farklı olanı dışlayan, öfkeli ve kutuplaşmış insanlar arttı. Neyse bunu daha fazla düşünmek istemiyorum.

Ya da aklınıza gelince ‘iyi ki de değişti’ dediğiniz şeyler oluyor mu?
Evet. Mesela şu internet olayı iyi oldu. Bilgiye ulaşmak kolaylaşınca insanlar kısa zamanda normalde ulaşması güç pek çok bilgiye ulaştılar. Dünyanın sadece kendi şehirlerinden, ülkelerinden ibaret olmadığını anladılar. Gerçi internet biraz da bilgi kirliliği yarattı ama önceden yok muydu sanki? En azından şimdi tek kaynaktan beslenmediğimiz için doğru bilgiye ulaşma ihtimalimiz fazla. 
  
Hayatınızda neyin değişmesini isterdiniz? 
Fazla bir şey değil, adil ve insanların insanca yaşadığı bir dünyada yaşamak isterim. :)
Peki tamam bu kadar genel bir şey dışında... Ben kendimi günlük hayatta pek iyi ifade edemiyorum bu özelliğimi değiştirmek isterim. Bir de babamın maaşının 5-10 katına çıkmasını ya da bana piyango çıkmasını isterim. Çünkü para için istemediğimiz yerlerde istemediğimiz işler yapmak zorunda kalabiliyoruz, bunun herkes için değişmesini isterdim aslında. 
Bir de bazı takıntıların ve hurafe denebilecek inançlarım var. Bunları hayatımdan çıkarmayı çok istiyorum ama çıkaramadım tam olarak henüz...

Yeni bir eşya, yeni bir hayat ya da yeni bir icat mı istediğiniz? ‘Hayalimdir…’ dediğiniz bir şey söyler misiniz?
Her şehre bir havaalanı yapsınlar ya da ışınlanmayı icat etsinler. :) Çok da yolculuk yapmıyorum gerçi ama okuduğum yerle ailemin arası 11 saat olunca özleyince gidemiyorum yanlarına. Sonra zaman makinası olsa John Lennon'la tanışsam mesela. Green Day konserine gitsem. Billie Joe Armstrong'la takılsam... Travis'le tanışıp onlara "siz ne hoş insanlarsınızdır kesin, çünkü şarkılarınız çok hoş" desem. :)


***
Teşekkür ediyorum mim için oFelya. Sorular güzeldi. :)

Bilenler bilir; Clarissa vardı...

Bu gece nasıl bir nostaljik mutluluk yaşadım bilemezsiniz. Her şey şu uzuuun internet sörflerim sayesinde oldu. Genelde zaman kaybı diye kendime kızıyorum ama aslında seviyorum ve vazgeçemiyorum; hem faydalı da bi yerde. Neyse nerden geldim nasıl geldim şöyle ki; tumblr'da aşağı doğru inip resimlere bakarken şu resmi gördüm. =>
Bu resim büyük ihtimalle, Sabrina diye bir dizi vardı, ondan bir sahne. Çünkü orda konuşan siyah bir kedi vardı hatırlarsanız. Zaten hatırlamıyorsanız bu yazı size pek heyecan vermeyecektir...

Sonra aklıma Sabrina ve orda oynayan kıza küçükken hayran olduğum, daha sonra da onun Trt'de yayınlanan Clarissa diye bir gençlik dizisi olduğu geldi.
Ben o diziyi ve ordaki Clarissa karakterini çok severdim. Biraz da kendimden şeyler bulurdum, mesela erkek kardeşi Ferguson'la sürekli atışırlardı... Ben de keşke kardeşimle o kadar yaratıcı atışmalar yapabilsem diye özenirdim. Ferguson da kızıl saçları ve gıcıklıklarıyla sevimli bir karakterdi.

Dizinin tarzı da çok farklıydı ve çok hoşuma gidiyordu. Mesela bir anda sahneyi durdurup orda Clarissa kendi düşüncelerini söylüyordu filan. Sonra bir olayla ilgili bilgisayarında bi oyun mu yapıyordu ne, onları çok hatırlamıyorum ama acayip özenirdim bilgisayara ya, tabi bizde yok o zamanlar bilgisayar filan. Ne güzel, keşke bende de olsa derdim...

 Bide bunun odasına merdiven dayayıp pencereden giren Sam diye bir arkadaşı vardı, sevgili değillerdi ama sanırım boş da değillerdi birbirlerine karşı. :)

O çok hoşuma giderdi mesela. Ben erkeklerle görüşmesi hoş karşılanmayan bir ortamda büyüdüğüm için Sam'in onun odasına merdivene tırmanarak pencereden girmesi çok eğlenceli ve fantastik gelirdi bana.

Yani ben bu diziyi çok sever, ordaki ağzını yüzünü çok oynatarak konuşan dik burunlu (biraz himym'deki Lily tarzı) kıza, sarı saçlarına, güzel kıyafetlerine çok özenirdim. Gerçek adını da öğrenmiştim; Melissa Joan Hart. Bu ismi hiç unutmuyorum; çünkü Sabrina'daki kızla aynı mı yea diye düşündüğüm için özellikle bakmıştım kızın ismine.

Bir de şu sayfaya ulaştım. http://sharetv.org/shows/clarissa_explains_it_all
İçimden de diyorum ya Sam ne tatlı çocuktu. Ama sayfayı aşağı kaydırınca ne göreyim, Sam öyle çok da bi yakışıklı değil. Demekki bana, tırmanıp odasına gelmesi o kadar çekici gelmiş ki çocuğu da beğenmişim. :) Kendini de ismini de benzettiğim bir arkadaşım vardı; onu da Sam'le özdeşleştirirdim. Benim yaş 13-14 civarı bu arada. Onu söyleyim de!                                         Sam=>>>

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=9884587
Bu entry de duygularıma tercüman oluyor. Bir de ben Sam'i seslendiren çocuğu biliyorum sanırım. Valla be. Olm çocuk-ergen dizilerini filmlerini bana sorcan. :)

Neyse işte gece gece nostaljik bir mutluluk yaşadım. Diyeceğim o ki ne güzel diziydin sen Clarissa. İndirip izleyeceğim gene. :)

Matematiği seven, bu yazıyı da sever muhtemelen.


Matematik ve Aşk(deneme I)
Levent Özbek
Ankara üniversitesi
 
İnsan beyninin yaklaşık 100 milyar nörondan oluşmuş olduğu söylenir. Nöronların birbirleriyle olan ilişkilerinden de düşünce dediğimiz şey ortaya çıkar. İnsan beynine beş duyu organı ile giren nerdeyse sonsuz miktarda işaret, örgütlenmiş nöronlar sayesinde işlenir, yoğrulur ve sonuçta insan etkinliğini oluşturur. Kısaca nöronlar arasındaki iletişimin temeli kimyasal ve elektriksel bir alış veriş.
Bu yazıda, beynin en güzel etkinliklerinden iki tanesi matematik ve aşk ele alınacaktır.
Bilindiği gibi matematik bir takım aksiyomları koyduktan sonra başlar. Bu aksiyomlardan yola çıkılarak çeşitli teoriler ileri sürülür, yeni kavramlar oluşturulur, sonuçlar çıkarılır. Bu aksiyomların ve sonuçların estetik olup olmadığı ile ilgili tartışmalar burada söz konusu edilmeyecektir. Sonuçta beyin aldığı sonsuz miktarda işaretlerden bir şekilde bunları ayıklayarak bu aksiyomların oluşmasını sağlar. Çıkarılan sonuçlar doğada ve toplumda olan olayları açıklamak amacıyla model olarak kullanılır, yani bu olaylara bir kılıf uydurulmaya çalışılır. Açıklamak, anlamak bir şeylere bir şeyler uydurmaktan başka ne olabilir ki? Matematik kesinlikler dünyasıdır, belirsizliğe izin yoktur.
Bu işaretlerden bazıları da aşk denilen kavramı oluşturmaz mı? İnsanın beyninde oluşturduğu bir aşk aksiyomlar sistemi, devamlı bir şekilde karşısına çıkacak nesnenin bu sistem içerisine alınıp alınamayacağına, yani bu modele uydurulup uydurulamayacağına karar vermesini sağlar. Yani aşk gelmez. Bir potansiyel olarak aşk, beyinde ekilir ve büyütülür. Kim ne derse desin her aşk tek kişiliktir ve yalnız yaşanır.
Aşk her zaman dile getirilebilir mi? Ya da getirilmesi gerekir mi? Ya da her aşk yaşanabilir mi? Aşk insanin kaybettiklerini, göremediklerini, görmesi mümkün olmayanları gösteren bir süreç değil mi? Ya da her aşk biraz da insanin kendinden kaçıp kendine varışı değil mi? Aslında aşk kişinin kendi-kendisiyle bir yüzleşmesi değil mi? Zaten her aşk yalnız yaşanmaz mı?
Hızla geçen gündelik yaşam kargaşası içerisinde insan nasıl kendisiyle başbaşa kalabilir ki? İşte bunu önceden gören Eros aşk denilen şeyi yaratmamış mı? Bir de söyle düşünelim. Aşk tek kişilik bir yaşam oyununda nefes alma ortamı olamaz mı?
Hayat'ın tanımını yapamadıktan sonra ne önemi var ki anlamını sormak hayatın? Belki de, mutluluğun resmini yapabilir misin? sorusu da yanlış, eğer mutluluk, mutluluğun resmini yapmak değilse. Asıl sorun yaşama-ölüme ve aşka bir kılıf uydurma sorunundan başka nedir ki? Tüm yaptığımız bir şeylere kılıf uydurma değil mi?
Her aşk ilk aşka yapılan göndermeden başka ne olabilir ki? İlk kez yaşanan aşk, aşk aksiyomlar sisteminin bazını oluşturur ve bundan sonraki tüm aşklar bu bazın doğrusal veya doğrusal olmayan kombinasyonlarından ibarettir. Sisteme giren aşk nesnesi tıpkı Platon’un idealarındaki gibi tekleştirilir. Sonunda eğer aşkın limiti alınabiliyorsa bir kılıf uydurulmuş olur. Tüm aşklar mükemmel aşktan sapmakla ortalama almaya olanak sağlar, önemli olan varyansın küçük mü büyük mü olacağıdır, benzersiz aşk yoktur, olsa olsa beyindeki aşk aksiyomları sisteminin kılıf uydururken yaptığı oyunlar aşkın limitini belirsiz kılar.
Aşk aksiyomatiği nesnesine göre aşklar kümesindeki bir elemana yakınsamak ister, eğer yakınsama noktası bu kümenin içerisinde değilse burada bir sorun var demektir ya aksiyomlar sistemi tutarsızdır ya da yakınsamanın biçiminde bir değişiklik yapmak gerekir. Aşk aksiyomatiğinizi iyi oluşturamadıysanız değiştirebilirsiniz bu sizin elinizde. Yakınsamanın biçimini de değiştirebilirsiniz kimse sizin beyninizdeki uzaya karışamaz.
Seçim size kalmış; Matematik kesinlik arar aşkın seçtiği yol belirsizliktir. Aşkınız rasgelsin demekten başka yazarın elinden bir şey gelmez.
Ortalamayı ve varyansı da unutmayın sakın.

Taze çıktı.

Muhtemelen duymuşsunuzdur, Milli Güvenlik dersi kaldırılıyor, içindeki bazı konular Vatandaşlık dersine aktarılacak falan...

Keşke benim zamanımda kaldırılmış olsaydı. Neden mi? Bunun pek çok iyi yanı var tabi ama ilk aklıma gelen herkesin süper notlarla geçtiği o dersin benim karneme zar zor 3 düşmüş olması. 

O derse sorunlu bir Müzik öğretmeni giriyordu. Askerliğini bilmemne olarak yapmış; ondan bu derse giriyormuş. Adam anormal bi tipti, biz de liseli gençlik olarak tabi dalgamızı geçiyorduk. 

Derslerden tek bir satır bilgi kalmış değil aklımda. Diğer arkadaşlarda da kaldığını sanmıyorum. Sınavında beceriksizce kopya çekememiş düşük not almıştım. Yine de 'sözlü notuyla falan, iyi bir not verir herhalde canım' diyordum kendi kendime. Hani sonuçta dersleri iyi olan notunu da yüksek tutmaya çalışan çocuklarız hepimiz. Ama hayır. O sorunlu herif, kendini sınav yapsan kendi de bir bok bilemeyeceği o dersten 3 düşürmüştü karneme ve benim gibi birkaç arkadaşıma. Şimdi şu resimdeki çocuğun moduna girdim biliyorum ama içime oturmuştur hep o not...

Ben böyle hep tırt derslerden ortalamamı düşürmüşümdür zaten. İlkokulda da bütün derslerim 5, Beden Eğitimi takla atmadığım ve sportif olmadığım için 3 düşmüştü. Bu görünen sebep. Bana kalırsa hoca dersini önemsetmek için, bide kızları sevmediği için (merak edenler için hoca kadındı) düşük not veriyordu.

Neyse, 'hoca bana taktı' modundan çıkıp, bu konuyla ilgili Can Dündar'ın güzel bir yazısını buldum onu paylaşayım...

'Din dersi de kaldırılsın o zaman'

"Tabii talebenin çoğu, muhtemelen milli güvenlik dersi yerine kimya ya da fiziğin kaldırılmasını isterdi.Ne de olsa milli güvenlik, kolayından geçilen, tam notun neredeyse garanti olduğu, ortalamayı yükselten bir dersti.O açıdan kaldırılması, sınıflarda yeterince destek bulmamış olabilir. "
Lakin bir yandan da bazı disiplinli askerlerin elinde bu dersin bir militarizm tahsiline dönüştüğü sır değil.
Dolayısıyla kararı alanları tebrik ederken milli güvenlik yerine mesela “sivil toplumun önemi” gibi bir dersi tercih ve tavsiye ederiz.
Belki bu sayede okullarda “Hazır ol!”dan “Rahat”a geçeriz.
Yalnız mesele çocukları ideolojik eğitimden kurtarmak ise, sıradaki hedefin zorunlu din dersleri olması gerekmez mi?
Şimdi bazı talebeler (beden eğitimi ve inkılâp tarihini gündeme getirenlerden sonra), din derslerini işaret etmeme kızıp “Nee? Onu da mı? Hiç beleş geçeceğimiz ders kalmayacak mı?” diye kızıyor olabilir.
Ancak zorunlu din dersinin, nicedir sorunlu din dersi halini aldığı da bir gerçek...
Milli güvenlik dersi, sadece bir dönem 
Nazi Almanyası’nda ve Sovyetler Birliği’nde denenmiş.
Din derslerinde de benzer bir durum var. 
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden sadece 5’inde zorunlu din dersi... Çoğunda seçmeli...
Bizde seçmeli olması da zor.
Malum; “
mahalle baskısı...”
Bu devirde, din dersine girmeyen bir çocuğa pek iyi gözle bakılmayabilir.
Aslında din dersleri, sanıldığının aksine 
CHP’nin icadıdır.
1935-1948 arası okullarda din dersi yoktu.
Biraz yaklaşan seçimlerin telaşı, biraz da irticaa karşı dini doğru öğretme kaygısıyla İnönü hükümeti, ilkokul 3. sınıftan itibaren din dersleri koydu.
12 Eylül’de bu derslerin zorunlu hale getirilmesiyle dinin tırmanışına biraz daha ivme kazandırıldı.
“Din” derken elbette “
İslam”ı kastediyoruz; bu derslerde dünya dinlerinin, farklı mezheplerin, değişik inançlara saygının öğretilmesini beklemek, milli güvenlik dersinden vicdani ret eğitimi beklemek kadar safdillik olurdu.
Nitekim Avrupa 
İnsan Hakları Mahkemesi, Alevilerin şikâyeti üzerine din derslerinde Sünni İslam pratikleri öğretildiğini tescilledi ve “dersler çoğulcu, eleştirel, nesnel bir nitelik taşımıyor” dedi.
Bu karardan sonra din dersi kitaplarında bazı tadilatlar yapıldı; ama şikâyetler dinmedi.
* * *
Diyorlar ki:
“Milli güvenlik dersleri, hedeflenen demokratik eğitim ile çelişiyordu.”
Doğru...
Ama ne yazık ki çoğu zaman din dersleri de modern 
biyoloji eğitimiyle çelişiyor.
Bu müfredat ve onu uygulayan çoğu din hocası, tartışan, sorgulayan, özgür düşünceli, demokrat bireyler yetiştirilmesine mani oluyor.
Hıristiyan ve Musevi çocukların din derslerinden muaf tutulması, ayrımcılığı okullara sokuyor.
Zaten “zorunlu” ifadesi, “Dinde zorlama olmaz” hükmüyle çelişiyor.
Mademki, 12 Eylül’ün izlerini silmeye çalışıyoruz, onun en ünlü eserlerinden “zorunlu din dersleri”ni de silinecek izler listesine katmamız gerekmez mi?